TAPINAK ŞÖVALYELERİ VE YENİ DÜNYA DÜZENİ |
Tapınak
Şövalyeleri ; ülkemizde son yıllarda sıkça
kullanılan bir terim. Şövalyelerin faaliyetleri genellikle gizli
olduğundan kamuoyunda yeterince tanınmıyorlar. Ama dünya kamuoyu kendilerini
yönetmeye ve yönlendirmeye çalışan güçlerin arkasında Tapınak Şövalyeleri’ nin
olduğunu iyi biliyor.
Tapınak Şövalyeleri ile onların hizmetkarı durumundaki küresel örgütlenmelerin
çevirdiği "deşifre olmuş"
dolaplar konusunda düşünenlerin ve yönetenlerin bilgi sahibi kılınmaları
gerektiğine inanıyorum. Bu maksatla geçen yüzyılın başından
başlayarak günümüze kadar gelen küresel olayları ana başlıkları ile hatırlatarak
Tapınak Şövalyelerini açıklamaya çalışacağım.
İkinci Dünya Savaşına kadar olan süreçte, insanlığı yönlendirme stratejisini
planlı olarak yürüten Tapınak Şövalyeleri ve onların emrinde kullanılan gizli
küresel teşkilatların öncelikli hedefi DÜNYA
ÜZERİNDE DİKTA REJİMLER OLUŞTURULMASI
idi. Bu şekilde sadece ülkeleri yöneten diktatörleri kazanarak
istediklerini geniş halk kitlelerine doğrudan uygulatabileceklerdi.
İtalya’da Mussolini , İspanya’da Franco, Almanya’da Hitler, Rusya’da Stalin, Çin
de once Faşist Çan Kay Şek sonra Komünist Mao, Arnavutluk’ta Enver Hoca,
Yugoslavya’da Tito ve diğerleri. Diktatörler dünyayı kasıp
kavururken, bu tür iktidarların oluşumunu sağlayacak alt yapı, komünist ve
faşist fikir adamlarının, 20 yüzyıla girilirken insanlığın fikir dünyasına, bir
zehir gibi enjekte edilmeleri ile sömürülmeye ve yönlendirmeye başlanmış, 1920’
lere gelindiğinde müsait bir alt yapı sağlanmıştı.
Bu müthiş ve acımasız plâna karşı koyabilen tek ülke, bir dünya imparatorluğunun
enkazı üzerinde bağımsız bir devlet olarak doğan Türkiye Cumhuriyeti idi.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk;Tapınak
Şövalyelerinin Türkiye’yi de içine sokmak istedikleri kaosa kafa tutmuş,
Ortadoğu üzerinde uyguladıkları saltanat oyununu Türkiye için geçersiz
kılmış, komünizmin ve faşizmin hakimiyetini reddetmiş, ülkedeki mason localarını
kapatarak hem genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ufkunu açmış, ve hem de dünyayı
yönetmeye kalkan şer odaklarının işbirliğini reddederek onların ülkemiz
üzerindeki plânlarını bozmuştur.
Dünya devletleri için seçilen öncelikli hedefler istikametinde güzel bir sonuca
ulaşılmış ve dikta rejimleri ile idare edilen ülkeler 2 inci Dünya Savaşı’ndan
perişan bir halde çıkmışlardır. Tapınak Şövalyeleri’nin ve Siyonizm’in doğrudan
hizmetinde bulunan ülkeler bu savaştan daha da güçlenmiş bir şekilde çıkarak
tarihi görevlerini yapmaya hazır hale gelmişlerdir.
İkinci Cihan Harbi’nin çıkacağını ve sonuçlarını önceden gören Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ün vasiyeti olan "Yurtta Sulh ,Cihan da Sulh" ilkesi Cumhurbaşkanı
Milli Şef İsmet İNÖNÜ tarafından da aynen uygulanmış ve Türkiye bu savaşa
sokulmayarak savaşın yıkıcı sonuçlarından kurtulmuştu. Şüphesiz 2 inci
Dünya Savaşı’nın Tapınak Şövalyeleri için en büyük kazanımlarından biri Tevratta
vaad edildiği belirtilen topraklarda İSRAİL DEVLETİ’nin Yahudilerce kurulması
idi.
Ama buradaki asıl başarı olarak; Amerika ve İngiltere’de silah sanayii’nin büyük
kısmını ellerinde tutan Yahudi sermayesinin bu savaştan gücünü yüzlerce defa
katlayarak çıkmasını göstermek mümkündür. Savaşta güçlenen ağır sanayi, petrol,
enerji, kimya,ilaç, gıda ve en önemlisi yıkılanları yeniden inşa edecek büyük
inşaat firmaları yakılıp-yıkılan Avrupa Kıt’asının yeniden yapılanmasında
en önemli güç haline gelmişlerdir.
Harbin sonunda beklenilen olmamıştır. Stalin Yönetimindeki SSCB
Almanya’dan çıkmamıştır. Bu durum Şövalyelerin hoşuna gitmiştir. Yeni bir
dönemin başlangıcına sebep olarak görülmüştür. Çarlığın yıkılmasında ve yerine
SSCB’nin kurulmasında, Kapitalizm’in karşısında Komünizm’in güç haline
gelmesinde önemli rol oynayan Tapınak Şövalyelerinin önünde şimdi yeni bir hedef
vardır. Bu da birbirine düşman edilmiş ülkelerden oluşacak iki kutuplu bir Dünya
Düzeni’ nin kurulmasıdır. Birbirine karşıt olan bu güçler birbirlerini altetmek
için önce silahlanacaklar, silahlarda doyum noktasına ulaşmayı müteakip, her
alanda birbirleri ile kıyasıya rekabet içine gireceklerdir.
Bu yeni süreç ile bütün dünya Komünist Blok ile Kapitalist Blok arasında
muhtemel bir çatışma stratejisine dayalı SOĞUK SAVAŞ olarak adlandırılan
döneme girmiştir. Kutup uçlarında Washington DC ile Kremlin vardır.
İki tarafın gücü taraflarca fevkalâde abartıldı. Her an bir birlerine
saldıracakları havası yaratıldı. Batıda ve Doğuda silahlanma yarışı, karşı
kutbun korkusu ile her geçen gün büyüdü. Devletler midelerinden önce
silahlanmaya önem verdiler. Silah Sanayii ve yan dallarını elinde tutan güçler
büyüdükçe büyüdüler. Özellikle yeni teknolojileri kullanan ağır sanayi, ve
enerji sektöründeki firmalar firmaları baş döndürücü bir hızla sermayelerine
sermaye kattılar. Büyüyen bu sermaye devleri alanlarında
tekelleştiler. Bu tekelleşme ile oluşan büyük sermayenin yönlendirdiği lobicilik
faaliyetleri ile dünyayı istediği gibi yönetmeye başladı. Sonunda bu teşekküller
ülkelerin iç ve dış siyasetlerine doğrudan etki edecek bir konuma geldiler.
Hür dünya denilen Batı Bloku, var olduğu farzolunan büyük Komünizm
tehlikesi karşısında adeta tek vücut halini aldı. Sonunda ABD önderliğinde NATO,
ve SSCB önderliğinde de VARŞOVA PAKTI kuruldu. Kurulan iki pakt,
Varşova ve NATO merkezli kamplaşmanın ülkeleri, mevcut iktidarlarını ait
oldukları bloğun söylevlerine göre yeniden yapılandırdı. Bu paktlara dahil olan
ülkelerin bütün politikaları artık Brüksel ve Moskova’dan yönlendirilmeye
başlandı.
Bu iki pakta dahil olan ülkeler nükleer tehdit de dahil olmak üzere kendini
karşı taraftan gelebilecek saldırılara karşı emniyete almıştı. Şimdi ABD ve
SSCB’nin Ağır Sanayi sistemleri durmaksızın savaş araç ve gereçleri üretiyordu.
Her iki paktın ülkeleri her türlü savunma sistemlerini ABD veya Rusya’dan satın
aldıklarından kendi milli sanayileri tamamen durma noktasına gelmişti.
NATO ve VARŞOVA PAKTI’ na üye ülkeler bu güçlü savunma şemsiyesinin altına
girerek her türlü savunma araç ve gereçlerini ABD ve RUSYA’dan satın
aldıklarından yerli silah sanayilerini ayakta tutan ağır sanayilerini
tamamen durdurmuşlardır. Türkiye’de olduğu gibi Silah Sanayiinin merkezi
KIRIKKALE Silah Fabrikaları üretimini durma noktasında azaltmış, gaz ocağı,
tencere, tava imali ile ayakta kalmaya çalışmıştır.
Bu iki büyük blok güç sadece kendi paktları içindeki ülkeleri silahlandırmakla
kalmamıştır. Pakt dışında kalan ve birbirleri ile küçük pürüzleri bulunan
ülkeleri birbirine düşürüp, aralarındaki anlaşmazlıkları körükleyerek silah
satışlarından gelecek kârlarını arttırma yoluna gitmişlerdir. Bu ülkelerdeki
halkları Komünist ve Kapitalist ideolojiler safında toplayarak kendi aralarında
bir iç savaşın meydana gelebilmesi için her türlü propaganda vasıtasından
istifade edilmiştir. Şövalyelere ait Uluslararası Medya kuruluşlarını
yönlendiren tekeller bu oyunda önemli roller oynamışlardır.
Görünüşte Soğuk Savaş süresince bloklar arasında sıcak bir savaş meydana
gelmemiştir. Fakat blok dışında kalan ülkeler ile hasımları arasındaki
savaşlar, blok olarak değil ama ikili olarak şiddetli bir şekilde devam
etmiştir. Dünyanın her tarafını bölgesel savaşların ateş ve kanı sarmıştır.
Sömürgecilikten kurtulma mücadelesi veren Afrika’da bağımsızlık ve kabile
savaşları bütün kıtayı kaplayacak şekilde sürerken, Uzakdoğuda Kore, Vietnam,
Kamboçya gibi ülkelerde Komünist ve Kapitalist yönetim yanlısı güçler ABD ve
SSCB destekli olarak birbirleri yemeye devam etmişlerdir. Ülkeler yakılıp
yıkılırken değişik kanallardan bölgeye gönderilen silahlardan elde edilen kârlar
giderek artmıştır.
Savaşlar ve iç karışıklıklar özellikle İsrail’in bölgede kuruluşu ile birlikte
Ortadoğunun kaderi haline gelmiştir. 400 yıl Osmanlı yönetiminde dünyanın en
huzurlu bölgesi olan Ortadoğu tam bir cadı kazanı gibi kaynamaktaydı. Bundan en
çok yararlanan ise Araplarla dolu bölgede kuşatılmış bir durumda bulunan
İSRAİL idi.
Ortadoğuda Birinci Cihan Harbi sonrasında sınırlarını cetvelle
çizerek, kendi aralarında pek çok sorunu da körükleyerek, bu düşmanlıklardan
bölgede güçlü bir yapı oluşmasını engelleyen İngiltere; 1948 yılında son
birliklerini de çekerek bölgeyi terk etti. İngilizlerin çekilmesini müteakip
Araplar plansız ve koordinesiz bir şekilde, ama var güçleri ile İsrail’e
saldırdılar. İsrail küçüktü, ama savaşa hazırlıklı idi. Arapların birbiri
ardına yaptıkları saldırılar sonunda kendi küçük, ama cürmü büyük İsrail hep
galip geldi. İsrail Orduları güneyde Süveyş Kanalına kadar ilerlediler ve
kuzeyde Golan Tepelerini ele geçirdiler. İşgal ettiği yerlere hiç çıkmayacak
şekilde yerleşerek Araplarla adeta alay ettiler.
O güne kadar İngilizlerin himayesinde ve batı yanlısı görülen Arap Dünyası;
İsrail’den yedikleri dayak sonunda blok değiştirmeye karar verdiler. Savaşlarda
en fazla zarar gören MIsır, Irak ve Suriye yönetimi SSCB’ne yanaştılar. Çar
Büyük Petro’nun vasiyeti olan “Sıcak denizlere hakim olmak” hedefini hatırlayan
SSCB; bu bölgedeki ABD ve Avrupa Ülkeleri egemenliğini kırmak için bunu
fırsat bildi. Bütün unsurları ile bölgeye geldi ve yerleşti. Böylece daima çok
parçalı olan, fakat bir büyük gücün egemenliğinde birarada yaşama
başarısını gösteren Ortadoğu milletleri için gerçek bir kargaşa ve kaos dönemi
daha başladı.
Dini inanışları, insanlığı uyuşturan Afyon olarak nitelendiren Komünizm
İdeologları, bu defa İslâmı kendi milli menfaatleri açısından kullanmak
istediler. Tamamına yakını Müslüman olan bu ülkelerde asırlardır yaşayan değişik
mezhepler ve tarikatları kullanarak islâmı siyasallaştırdılar. Önce kendi
içlerinde birbirlerine karşı, bilahare diğer ülkelere karşı kullanılacak şekilde
tarikat liderleri vasıtasıyla müslüman toplumları birbirlerine düşman ettiler.
Artık yeni bir düşman sahneye çıkmıştı ve İslâmi inanışa tamamen aykırı olmasına
rağmen SİYASAL İSLAM doğmuştu. Bu yeni kavram ilerde hedef olarak
alınabilecek ve çeşitli maksatlarla kullanılabilecek yeni bir sistemi
anlatıyordu.
Aslında meydana getirilen SİYASAL İSLAM kuşağının arasında Türkiye’nin de
bulunması bölgede menfaati olan güçlerin işine gelecekti. Ama NATO’ya üye olan,
Laik ve demokratik bir hukuk devleti vasfını korumakta israr eden Atatürk
Türkiyesi içinde bunu başaramadılar. Buna rağmen içeride mezhep ve tarikat
ayrılıklarının alevlenmesi için büyük çabalar harcadılar. Bu yolda pek çok
kardeş kanının dökülmesini başardılar.
İran’da Şah Rıza Pehlevi, en güçlü olduğunu hissettiği bir anda neye uğradığını
anlamadan aşırı dinci Humeyni yanlısı bir grup tarafından devrildi. Tapınak
Şövalyeleri bununla bir taşla iki kuş vurmuş oldular. Fransa’da sürgünde yaşayan
Humeyni’yi başa getirerek iç kargaşalıkla bölgedeki bu büyük gücü kısa sürede
güçsüzleştirdiler. Ayrıca gelen yeni rejim vasıtasıyla meydana çıkan ideolojiyi,
yani SİYASAL İSLAM’ı İranı kuşatan (Türkiye ve SSCB dahil) ülkelere
yaymaya başladılar. Hedefleri daha sonra milli menfaatleri doğrultusunda
kullanacakları yeşil kuşağın genişletilmesiydi.
Bu arada ABD’nin” kısa sürede hakim olurum” diyerek Fransızlardan devraldığı
Vietnam macerası istenildiği gibi bitmedi. Ho Shi Minh ve General Giap
komutasındaki Vietnam gerillaları bölgeyi Amerikalılara dar ettiler. Büyük
kayıplar veren ABD çekilmek zorunda kaldı. Ama soğuk savaş bitmemişti.
Benzeri bir yenilgiyi SSCB’ye tattırmak isteyen ABD, SSCB’nin Afganistana
müdahalesini sağladı. Afgan halkını destekleyerek SSCB’nin bölgedeki
gücünü ve prestijini düşürmeyi başardı. Bu şekilde ABD’nin Vietnam macerasının
bir benzeri hasım SSCB tarafından Afganistan’da yaşandı. Afgan gerillalarla
karşı düzenli kuvvetlerle başedemeyen SSCB Afganistan’dan güç ve prestij kaybına
uğrayarak çekildi.
Buradaki oyun çok taraflıydı. Şövalyeler SSCB’nin Ortadoğuya yerleşmesine zemin
hazırlayan Arap ülkelerine gözdağı vermek istiyorlardı. SSCB’nin çekilmesi
tamamen birbirine düşmüş ve dini liderlerin kontroluna girmiş Afganistan’da
uyuşturucu ekimi artık çok daha kolay ve düzenli olarak yapılabilecekti. Bu
şekilde hem uyuşturucu trafiği kontrol edilecek, hemde birbirine
düşürülen İran ve Irak’a silah ve savunma teknolojisi satarak bol para
kazanabileceklerdi.
Ortadoğuyu şekillendiren güçler; bölgede kendilerini temel unsur olarak gören
Irak ve İran’ı 10 yıl sürecek anlamsız bir savaşla karşı karşıya getirdiler.
Hasım güçler her alanda birbirlerini bitirip zayıflatırken, sınırsız ihtiyaç
duyarak satın almak zorunda oldukları silahlarla Şövalyeler daha da zenginleşip
güçlendiler.
Bu savaşla beraber bölgenin stratejik silahı olan petrol de kontrol altına
alınacaktı. Ayrıca İsrail de fırsattan istifade ederek savaşlar dolayısıyla
zayıflayan ekonomisini yeniden ayağa kaldırarak güçlenecekti. Herşey
plânlandığı gibi oldu. İran ve Irak her geçen gün birbirlerini küçültürken
İsrail büyüdü.
Bu arada Petrol Boru Hattı gelirleri, bankacılık ve turizm ile güçlenerek
göze batan Lübnan’a da dur demek gerekiyordu. Çünkü Lübnan bütün Ortadoğu
ülkelerine kötü örnek olabilirdi. Nitekim kalkınmışlığın doruğundaki zengin ve
müreffeh Lübnan birdenbire ve hiç beklemediği bir şekilde kendisini iç
savaşın içinde buldu. Lübnan halkı kiminle ve neden savaştığını bile anlayamadan
on yıla yakın birbirini yedi. Lübnan iç savaşında silah ve askeri malzeme
siparişlerinin karşılanmasında şövalyeler zorlandılar, ama buradan da önemli
kârlar elde ettiler. Beyrut başta olmak üzere ülke tam bir harabeye döndü.
Yakacak- yıkacak yer ve öldürecek insan kalmayınca ve nihayet silah alacak
para bitince savaşta bitti. Savaş sonrası yeniden inşa maksadıyla batılı
şirketler bölgeye akın etti. İsrail ise güvenliğini korumak bahanesi ile Kuzeye
doğru da sınırlarını genişleterek kendini emniyetini arttırdı.
Bilindiği gibi ABD’nin Vietnam’da, SSCB’nin Afganistan’da uyguladığı senaryo
birbirlerine tıpatıp uyuyordu. Vietnam’da Afganistan gibi önemli bir uyuşturucu
üreticisi idi. Ve burası mutlaka kontrol edilmeliydi. Ayrıca ABD’nin elinde pek
çok eski silah stoku vardı. Bunlar kısa sürede elden çıkartılmalı, ve maddi
durumlarını güçlendirmek isteyen Yahudi tüccarlarca ABD ordusuna yeni silahlar
satılmalıydı. Nitekim istenenler oldu. ABD ,Vietnamı tam bir serbest silah
pazarı gibi gördü. Her cins yeni teknolojiyi bizzat harp sahasında deneyerek hem
silah sistemini geliştirdi ve hemde müşteri pazarını garantiye aldı. Çünkü artık
televizyonlar da devreye girmişti ve silahların büyük etkilerini doğrudan
doğruya alıcı pazarların her köşesinde tanıtma imkanı bulunmuştu.
Tapınak Şövalyeleri’nin yeni ürettikleri ve SİYASAL İSLAM’ın başrolünü
oynayacağı YEŞİL KUŞAK STRATEJİSİ çok daha uzun soluklu ve önemli kârları
beraberinde getirecek bir buluş idi. Sonradan görüldü ki bununla çok
isabetli bir yatırım yapılmıştır.
Bu projede baş rollerde görev alması düşünülen Afganistan, Pakistan ve İran gibi
devletlerin topraklarında geçmişte Hasan Sabbah’ın Haşhaşinleri vasıtasıyla
uyuşturucu pazarı önemli roller oynamıştır. Tarihi süreç aynen devam edecekti.
Önce Afganistan dağlarında planlandığı şekilde yenilen Sovyetler ve sonra
da Şövalyeler; Kandahar-Peşaver-İsfahan üçgenindeki uyuşturucu üretimini de
kontrol ediyorlardı. Bunlar hem uyuşturucuyu bedavaya temin ediyorlar ve hem de
bunun karşılığında taraflara istedikleri fiyattan her türlü silahı satıyorlardı.
Dilimizde çok kullanılan “Bir taşta iki kuş vurmak” fiili burada resmen hayata
geçiriliyordu.
Bir diğer önemli uyuşturucu üreticisi ülke de Kolombiya idi. Bu ülkede de
şövalyeler emrindeki uyuşturucu tekelleri istedikleri şekilde faaliyetleri
yönlendiriyorlardı. Fakat Kolombiya’daki uyuşturucu yönetimi el değiştirip
kontroldan çıkınca ABD askeri güçlerinin derhal duruma el koymak
için hiç bir uluslararası kuralı dinlemeden Kolombiya’yı işgal ettiğine şahit
olduk. 24 saat geçmeden ABD Deniz Piyadeleri tarafından gerçekleştirilen işgalin
şövalyelerin gücünü göstermesi bakımından önemi vardır.
Türkiye'de 20 yılda 30.000’den fazla insanımızın hayatının kaybına ve
ekonomimizin çökmesine neden olan eli kanlı terör örgütü PKK’nın güçlenmesinin
en büyük sebebi; uyuşturucu ticaretinde kendisine şövalyeler tarafından verilen
görevi iyi yapmış olmasıdır.
PKK Terörü; güçlenen ve kuvvetlenen Türkiye’yi istikrarsız bir hale sürüklemekle
kalmamıştır.
Ortadoğunun can damarı olan suyu kontrol edeceğimiz GAP PROJESİ’nin durmasına
sebep olmuştur. Büyük dış destekle palazlanıp boyundan büyük işlere
kalkışan PKK’nın ortadan kaldırılması için yapılan mücadelede sadece can
kaybımız olmamıştır. Ekonomik kalkınma ve üretime aktarılacak mali kaynaklarımız
silahlanmaya ayrılarak,bir bakıma şövalyelerin ekmeğine yağ sürülmüştür.
Bu arada Yeşil Kuşak Projesine dahil edilemek istenen Türkiye’de islâmi akımlar
da körüklenmiş, HİZBULLAH ve İBDA-C benzeri terör örgütleri türetilmiştir. Ülke
sathında İslâmcılar ve Laikler gibi birbirine zıt kutuplar oluşturulmaya
çalışılmıştır. Bu arada mütedeyyin müslüman çoğunlukta kendi aralarında
inanç ve ibadet farklılıkları yaratılarak bölünmeye çalışılmıştır.
Türkiye üzerinde oynanan oyunları görüp, tedbir almak için uyarılarda
bulunan, veya bizzat kendileri tedbir alma makamında olan Uğur Mumcu, Eşref
Bitlis, Hulusi Sayın, Cem Ersever gibi bir isimlerin ortadan kaldırılması
tesadüflerle izah edilemez. Çünkü hedef alınan her önemli kişinin ölüm zamanı
ile Silahlı Kuvvetlerin PKK’ya karşı başlattığı büyük operasyonların ayni
zamanda olması tesadüf olamaz.
12 Eylül 1980 Harekatı ile birlikte anarşi ve terörün kökünün kazındığı, artık
istikrarın hakim olduğu ülkemizde planlı kalkınma döneminin başlaması
kaçınılmazdı. Nitekim Turgut ÖZAL ile her alanda yukarıya çıkmaya başlayan
Türkiye 1984 ’te PKK’nın ERUH ve ŞIRNAK baskınları ile şoke oldu. Şövalyelerin
arkalarına AB ülkelerini de alarak her türlü desteği verdiği PKK tam yirmi yıl
ülkede kurulu düzenle boğuştu. Yunanlı subaylar, bu örgüt militanlarını Suriye’
deki Bekaa vadisindeki kamplarda eğitti ve teçhiz etti. Suriye, Irak ve İran bu
örgüte yataklık yaptı. En azından faaliyetlerine göz yumdu. Türkiye,
kalkınmasına engel olması bahasına bütün maddi imkanlarını seferber ederek dünya
destekli bu terör örgütüne karşı büyük bir mücadele verdi. Sonunda mücadele
kazanıldı. Fakat örgütün faaliyetleri tam olarak sona ermedi. Çünkü destek
kaynakları kurutulamadı. Şövalyelerin desteğindeki bu örgüt yarın
kullanılmak üzere rezerv olarak yedekte bekletiliyor.
Bu şekilde SSCB’nin yıkılarak Komünizmin tarihe karıştığı ve ABD’nin merkezine
yerleşeceği TEK KUTUPLU DÜNYA DÜZENİ’ne geçildiği 1990’lı yıllara ulaşıldı.
SSCB’nin ve temsil ettiği Komünist ideolojisinin 1990’da yıkılması ile ABD Tek
Kutuplu Dünya Düzeni’nin tek hakimi durumuna geçmiştir. Bu yeni düzenin
merkezinde Kapitalizm, yani Sermaye vardır. Sermaye’nin hakimi ise Uluslararası
büyük şirketlerin patronlarıdır. Bu Sermaye sahipleri güçlerini, tamamen
kontrolu altında tuttuğu Birleşmiş Milletler vasıtasıyla bütün dünya sathında
göstermektedir. Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü sermaye’nin
kullandığı uluslararası teşkilatların başında yer almaktadır.
Tek Kutuplu Dünya Düzeni’nin bir diğer ismi de Global Dünya Düzeni’dir. Bu
dünyada artık uluslar ve temsil edildikleri devletler kadar, her biri birkaç
devletin toplamından fazla ekonomik güce sahip Uluslararası Şirketler
kesin söz sahibidir.
Yeni Dünya Düzeni’nin başlıca ilgi alanı dünya ticaretinin kesişme
noktasındaki konumu ile Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar
coğrafyasında yer alan ülkelerdir. İşte bu yüzden, bölge üzerinde kesin kontrol
sağlayabilmek amacıyla 1990’lardan itibaren bölge ülkeleri hızla kaos ortamına
sokulmuştur.
Önce Sun’i Devlet Yugoslavya parçalandı. Sonra ortaya çıkan devletlerin
birbirleri ile kıyasıya çatışması başladı. Bu çatışmayı durdurma bahanesi ile
Balkanlara artık dağılma sürecine giren Nato şemsiyesi altında ABD
yerleşti. Bosna ve Kosova’da yönetim sorunları ve halklar arasındaki
düşmanlıklar daha bitmedi. Balkanlar hâlâ kaynayan kazan ve potansiyel kargaşa
merkezi olma konumunu devam ettiriyor. Bu durum Şövalyelerin bölgede kalmalarını
sağlıyor.
Bölgede ikinci çatışma alanı olarak Doğu-Batı arasındaki enerji ve ticaret
yollarını kontrol eden Kafkaslar seçildi. Çeçenistan-Rusya Savaşı on yılı aşkın
bir süredir bölgenin kanayan yarası olarak sürüyor. Çeçen milleti tamamen
yokolma tehlikesi ile son çırpınışlarını yapıyor. Gürcistan ve Rusya arasındaki
anlaşmazlık üzerine ABD askerleri Gürcistana üs kurdular. Gürcistan
ordusunun eğitimini ve teçhizi görevini üstlendiler.
Ermenistan
istiklâlini kazanmayı müteakip, Türkiye ile sınırını belirleyen 1920-1921 KARS
ve GÜMRÜ Antlaşmalarını tanımadığını bildirdi. Gücü yetse Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’yu Büyük Ermenistan olarak Türkiye’den isteyecek. Buna rağmen Ermenistan
1915 soykırımı bahanesi ile bütün dünyayı Türkiye’ye karşı kışkırtmaya
devam ediyor. Ayrıca Dağlık Karabağ sorunu dolayısıyla komşusu Azerbaycan’a
saldıran Ermenistan hâlâ bir kısım Azerbaycan toprağını işgâli altında tutuyor.
Bu arada hem ABD, hem AB Ülkeleri ve hem de Rusya’nın desteğini alıyor.
Hazar Havzası Petrolleri ile Orta Asya Doğalgazının Azerbaycan , Gürcistan
ve Türkiye üzerinden Yumurtalık vasıtasıyla dünyaya pazarlanması konusunda büyük
mücadele, devletler ve uluslararası dev petrol şirketleri arasında halen devam
ediyor.
İran ve Irak arasındaki birbirlerini kıyasıya hırpaladıkları manasız savaş tam
dokuz yıl devam etti. Savaş sona erince şövalyeler, bölgeyi daha yakından
kontrol edebilmek ve İsrail’e daha çok destek verebilmek amacıyla çok önceden
yazdıkları senaryoyu adım adım gündeme getirdiler. Çünkü Balkanlar ve
Kafkaslardan sonra bölge hakimiyeti için esas olan Ortadoğuya sıra gelmişti.
Bunun için İran –Irak Savaşı’nın galibi ilan edilen zafer şarhoşu Saddam Hüseyin
devreye sokuldu. Muzaffer Irak ordularının Başkomutanı Saddam’a Kuveyt’i
işgal ettirdiler. Şimdi artık bölgeye kalıcı olarak gelmelerini sağlayacak temel
sebep doğmuştu.
Birleşmiş Milletler hemen devreye sokuldu. Uluslararası hukuk kurallarını bir
anda parçalayan bu insanlık dışı saldırı olayına karşı son derece insalcıl bir
yaklaşımla dünya ülkeleri bir araya getirildi. 38 ülkeye mensup 600 000
asker ABD önderliğinde yirmi yıl önceden kurulan senaryoya uygun
olarak bölgede konuşlandırıldı. Bu askerlerin yığınak yerleri bundan 80
yıl önce TARAFSIZ BÖLGE adı altında İngiltere tarafından zaten hazırlanmıştı.
Bütün Irak şehirleri başta Bağdat olmak üzere haftalarca yoğun bir şekilde
bombalandı. Irak’ın bütün alpyapı sistemleri tahrip edildi. Her çeşit yeni silah
teknolojileri canlı hedefler üzerinde doyasıya denendi. Savaş bire bir
televizyonlardan naklen yayınlanarak silah sistemleri için yeni pazarlar
bulundu. Eldeki bütün eski silah ve mühimmat stokları bir kere daha eritildi.
Yeni nesil silahların tamamı devreye sokuldu. Havadan saldırıyı karadan saldırı
takip etti. Dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük askeri gücünün
karşısından tutunamayan Irak Kuvvetleri Kuveyt’ten çıkarıldı. Müttefik
Kuvvetleri planlı senaryo gereği her alanda bitirilen Saddam güçlerini
imha etmeyerek birdenbire askeri harekatı durdurdular.
Şimdi oyunun bundan sonraki son on yılını belirleyecek bölümünün devreye
sokulması safahasına gelinmişti. Müttefik güçlerin konrol ve denetiminde olarak
Kuzey Irak’ta Kürt aşiretlerini, Güney Irak’ta da Şii Arapları Saddam’a
karşı isyan ettirdiler. Sonra da Saddam güçlerini bunların üzerine saldırtarak
hazırlıklı bir katliam oyunu oynattılar. Sadece Hakkari bölgesinde
600.000 Kuzey Irak’lının Saddam’ın zulmünden kaçarak Türkiye’ye iltica
etmesini sağladılar. Bu büyük göç olayını medya vasıtasıyla dünyanın gündemine
taşıdılar. Bir anda büyük bir insanlık dramı ile karşı karşıya kalan Türkiye’nin
bu yükü kaldırmak için bütün insanlığı yardıma çağırması ile oyunun bu bölümüne
son verdiler. Plan gereği Kuzeydeki Kürtleri ,Güney’deki Şii Arapları
kurtarıcı rolüne bürünülerek Kuzey Irak ve Güney Irak’ müttefik güçlerin
kontrolu altına alındı. Saddam’a Irak olarak sadece 32 ve 36 ncı paralel
arasındaki bölge bırakıldı.
Bu arada yakıp yıktıkları Irak’ın ve Saddam’a yıktırılan Kuveyt’in inşaası
için ABD ve İngiltere şirketleri ağırlıklı organizasyonları kurdular.
Ayrıca Saddam yönetimindeki Irak halkına her alanda Birleşmiş Milletler eliyle
ambargo koymayı da ihmal etmediler. Bununla bu senaryoyu yazan Tapınak
Şövalyelerinin kontrolu dışında yeniden inşa faaliyetlerinde başkasının görev
almasını önlediler.
Bütün bunlar olurken bölgede Arap dünyasına karşı eli güçlenen İsrail’e
desteklerini her alanda devam ettirdiler. İsrail’in Filistin Devletine ve bu
devletin seçilmiş lideri Yasser Arafat’ta karşı birbiri peşisıra yaptığı
saldırıları israrla görmezden geldiler. Her seferinde saldırgan İsrail’in
yanında yer alarak topraklarını savunan Filistin Yönetimini terörist olarak
nitelendirdiler. Bölgede bölgede barışın bozulmasından daima Filistin
Yönetimini sorumlu tuttular.
Tapınak Şövalyeleri SSCB’nin yıkılmasından sonra ABD Merkezli olarak
dünyayı yeniden dizayn etmek için KÜRESELLEŞME kavramı doğrultusunda
Balkanlar-Kafkaslar-Ortadoğu ekseninde faaliyetlerine devam ettiler. Bu arada
dünyanın beklemediği bir olay meydana geldi. ABD tarihinde ilk defa, 11 Eylülde
2001’de kendi anavatanında benzeri görülmemiş bir terör saldırısı ile karşı
karşıya kaldı. Dünya Ticaret Merkezi’nin konuşlandığı ikiz kuleler iki
yolcu uçağının çarpması ile dünyanın şaşkın bakışları arasında yıkıldı. Binlerce
masum insan hayatını kaybetti. İkiz Kuleler ile eş zamanlı bir saldırı da ABD
Silahlı Kuvvetleri Karargahı olan ve dünyanın en iyi korunan binası olarak
bilinen PENTAGON’a yapıldı. Burada da çok sayıda insan hayatını kaybetti ve bina
önemli ölçüde hasar gördü. ABD Yönetiminin gururu kırıldı. ABD halkı uzun süre
bu olayın şokunu üzerinden atamadı.
Bu beklenmeyen olay dünyanın çivisini yerinden oynatmaya yetti. Bugün bile kimin
ve neden yaptığı belli olmayan bu büyük saldırı Tapınak Şövalyeleri'nin bundan
sonraki adımlarının plânlanmasında önemli bir sebep teşkil etmiştir.
Daha önce bilgi verdiğimiz, oluşturulması için büyük çabalar harcanan SİYASAL
İSLAM’ın açıkça suçlanabileceği ve doğrudan hedef alınabileceği bir ortam bu
saldırılarla kendiliğinden oluşmuştur. Bu menfur saldırı; dünyayı tehdit
eden Uluslararası Terörizmle mücadele konusunda Birleşmiş Milletler tarafından
plânlı ve proğramlı olarak bütün üye ülkelerin katılımı ile yapılacak bir
mücadele için başlangıç noktası olarak alınabilirdi. Fakat tam tersi oldu.
Tapınak Şövalyeleri bu vahşi terör saldırısını dünyayı şekillendirirken
kullanabilecekleri çok iyi bir malzeme olarak kullanmaya karar verdiler. Yani
onlar, akan kanların durmasını değil, giderek artmasını sağlayacak ve
bütün dünyayı kaplayacak şekilde terörün tırmandırılması yolunu hedef olarak
seçtiler.
Şövalyelerin bundan sonra saldıracakları tek hedefleri vardır. O’da SİYASAL
İSLAM’dır. Yönlendirilmiş basında geniş şekilde yer alan görüşlere göre;
Siyasal İslam dünyayı kana bulayan terörizmin başlıca sebebidir. Ve
Siyasal İslam, halkının çoğunluğu Müslüman olan İslâm ülkeleri tarafından
desteklenmektedir. İkiz Kuleler saldırısının muhtemel suçlusu olarak
Afganistan’daki Taliban Yönetimi'nin destek verdiği Suudi Arabistanlı Terörist
Usame Bin LADEN gösterilmiştir.
Şövalyelerin düşüncesine göre; Eğer Siyasal İslam’ın Hristiyan Batı dünyasına
düşman olduğu hususu Hristiyan halklara iyi anlatılabilirse, iki semâvi din
mensupları arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir düşmanlığın tohumları
yeniden yeşertilebilir. Sonunda dünya nüfusunun yarısı birbirleri ile her an
çatışmaya hazır kitleler olarak karşı karşıya getirilebilir. Bu şekilde meydana
gelecek çatışmalar ise büyük bir çoğunluğunu silah tüccarlarının oluşturduğu
Tapınak Şövalyeleri için çok uzun süreli bir kazanç kaynağı olabilir. İşte
senaryo bu şekilde dizayn edilmiş ve çok zekice kurgulanmıştır. Ve hemen
uygulamaya geçilmiştir.
Usame Bin Ladin’i bulmak ve cezalandırmak bahanesi ile ABD tarafından bütün
Afganistan işgâl edilmiştir.
Afganistan'ı işgâle destek vermek üzere Orta Asya Türk Cumhuriyetleri
topraklarında bir daha çıkmamak üzere ABD üsleri tesis edilmiştir.
Bununla, uyuşturucu ekimi ve ticareti kesin kontrol altına alınmıştır.
Güçlenen ve dünya devi olma yolunda hızla ilerleyen ÇİN’e komşu olunarak
yakından takip etme imkanı sağlanmıştır. Uyuyan dev RUSYA’nın tarihi “Sıcak
denizlere inme”politikalarının önü tıkanmıştır. Ayrıca ABD tarafından “Şer
Üçgeni”olarak nitelendirilen ülkeler arasında yer alan İran batıdan
kuşatılmıştır.
Görüldüğü gibi plân basitir. Ama çok kullanışlıdır. Bir taşla birkaç kuş
vurulmuştur. İşgâlin esas sebebi olan Usame Bin Laden ise hâlâ ortada yoktur.
Aslında böyle bir kişinin varlığı dahi dünya kamuoyunda şüphe ile
karşılanmaktadır.
Bu muhteşem kurgu öncesinde İslâm dünyasında Laik, Demokratik ve Sosyal bir
Hukuk devleti vasfı ile temayüz edenTürkiye’nin zayıflatılma faaliyetlerine
aralıksız devam edilmiştir. Türkiye’ye PKK Terörü'nün en ağır şartları
yaşatılmış, devlet güçleri PKK’nın yanında ortaya çıkartılan HİZBULLAH gibi
İslâmi Terör örgütleri ile mücadeleye sokulmuştur. Devletimiz
terörün önlenmesi mücadelesini verirken, ülke çapında kalkınma ve gelişme
hamleleri daima geri plana itilmiştir.
25 yılı aşkın bir süredir bilerek ve kararlılıkla devam ettirilen Enflasyonist
politikalarla bitirilen ekonomimiz borçla çevrilmeye başlanmıştır. Irak’a karşı
kazanılan Birinci Körfez Savaşı’nın bizim için karşılanamayacak derecede artan
kaybı da eklenince dış borçlarımız katlanmıştır. Üretimimiz her alanda
durmuştur. İşsizlik çığ gibi artmıştır. Adalet sistemimiz yolsuzluk dosyaları
ile tıkanmıştır. Halkın devlete olan güveni ciddi oranda azalmıştır. Sonunda
devlet bütçesinin yönetimi aynen Osmanlı’nın son döneminde olduğu gibi Duyûn-u
Umumiye’ye benzer şekilde şövalyelerin kontrol ve denetiminde çalışan IMF
ve Dünya Bankasına teslim edilmiştir.
Türkiye’nin yanısıra, doğal kaynaklar bakımından son derece zengin olan ve dünya
ticaret yollarının geçtiği stratejik bir konumda yer alan İslam Ülkeleri köklü
tarihleri ve kültür zenginliklerine rağmen tamamen sanal kazanç yolları
içeren BORSA-FAİZ-DÖVİZ sarmalına sokularak üretimden uzaklaştırılmıştır. Fert
başına düşen gelir açısından çok zengin olarak görülen İslâm Ülkeleri kendileri
hiç bir şey üretmediklerinden aslında çok fakirdir. Bunlar sadece tüketime
yönlendirildiklerinden her alanda şövalyelere bağımlı kılınmışlardır.
Çünkü bu yeni dünya düzenini, önceden bilinçli bir şekilde alt yapısı
oluşturulan banka ve finans ağı sistemi kontrol etmektedir. Uydu devletçiklerin
yönetimi, artık bu sistemi kullanan Uluslararası Ticari kuruluşlar vasıtasıyla
Şövalyelerin denetimine geçmiştir. Dünya basınını da tekellerine alan
Şövalyeler, GLOBALLEŞME ve KÜRESELLEŞME’nin faydalarını beyinlere enjekte ederek
bundan kaçmanın mümkün olmadığını plânlı olarak yaymaktadırlar. Gelişmiş
beyinler elektronik bombardımanlarla uyuşturularak her alanda teslim alınıp uydu
beyinler yaratılmaya çalışılmaktadır.
Tapınak Şövalyeleri’nin bölgemizdeki temel hedefleri; Avrasya petrolleri ve
enerji kaynaklarının kontrolunun sağlanması ve küresel sanayii'nin can
damarı olan bu ham maddelerin ticaretinde sürekliliğinin sağlanmasıdır. Bunun
için her türlü kirli ve karmaşık yol denenmektedir.
Şövalyelerin yeni dünya sisteminin oluşturulmasında kullandığı sistemlerden en
önemlilerinden biri de CFR ve Bilderberg gibi gizli toplantılardır. Bu
konuda geçen haftaki bir yazımda görüşlerimi açıklamıştım.
Bir diğer
ilgi çekici faaliyet alanı ise; “Dinler arası Diyalog”adı altında sürdürülen
çalışmalardır. Son derece masum bir görünüş altında yürütülen bu faaliyetler
çerçevesinde “Üç kutsal dinin kardeşliği felsefesi” hayata geçirilip, bozulmuş
Müslüman Cemâatlerinin liderleri Yahudi ve Hristiyan Ruhban sınıfı temsilcileri
ile biraraya getirilmektedir. Meydana çıkan fikir plâtformunda oluşan görüşler
ile insanların beyni karıştırılmakta ve adeta kimliklerinden uzaklaştırılarak
kullanılmaya hazır köleler haline getirilmektedir. 1990 sonrası kurulmaya
çalışılan düzende "Dinler Arası Diyalog" stratejisi uygulamasına sıkça
rastlanmaktadır. Bu faaliyetler aralıksız devam etmektedir. Ve devam
etmesini önleyecek güç şimdilik ortada görülmemektedir.
Bugün, dünyada tek güç olduğunu silah kullanarak kabul ettiren ABD Yönetimi;
fiziki gücünün en üst düzeyde olduğu bir dönemde bundan yararlanarak ABD milli
menfaatleri doğrultusunda dünyayı yeniden yapılandırmayı kafasına koymuştur.
Buna uygun politikaları uygulamaya geçirmek için ise 11 Eylül saldırılarını
kendisini haklı kılacak bir gerekçe olarak göstermektedir. Bu yüzden, "İNSANLIK
SUÇU" olarak değerlendirdiği "Uluslararası Terörizmi" önleyeceğim diyerek yola
çıkmış,fakat sonunda bizzat kendisi terörist devlet imajı sergilemekten
kaçınmamıştır.
ABD Milli menfaatleri doğrultusunda dünyayı yeniden yapılandırmaya önce
Afganistan saldırısı ile Orta Asya’dan başlamıştır. Bunun ikinci ayağı olarak;
Petrol, Enerji ve Ticaret yollarını üzerinde taşıyan dünyanın merkezi
Ortadoğu’ya yerleşmeyi ikinci adım olarak seçmiştir. Bizzat kendisinin
yarattığı Saddam’ı bu oyunun piyonu olarak kullanmıştır.
ABD’nin bugüne kadar Irak’a saldırmak için öne sürdüğü gerekçelerin tamamı
tutarsız ve hukuksuzdur. Yani meşru değildir. “Var”diye direttiği “Kitle imha
silahlarına” işgâlin üzerinden iki ay geçmesine rağmen rastlanmamıştır. İşin
meşru olan tek yanı, ABD’nin bugün dünyanın en güçlü ülkesi olduğudur.
Fakat bu güçlülük ona başka ülkelere saldırma hakkını vermemektedir.
Kanaatime göre uluslararası terörizmi önleyeceğim diyerek yola çıkan ABD
aslında bu yaptıkları ile bölgesel terörün bütün dünyaya yayılmasını sağlayan
bir yol açmıştır. Yani yangının üzerine su değil, benzin dökmüştür…
Bush ve ortağı Blair, Irak’ın işgâli ile bütün Arap ve İslâm alemini karşılarına
almışlardır. Arap Milliyetçiliği sanıldığı kadar güçsüz değildir. 50 yıldır
süren Filistin-İsrail çatışması bu milliyetçiliği beslemiş,güçlendirmiş ve
kurumsallaştırmıştır. Şimdi Arap ülkeleri, İslâm ülkeleri ve kendini zayıf ve
mazlum hisseden diğer ülkelerin halkları otomatik olarak kendilerini savunma
mekanizmalarını oluşturmuşlardır. Ve kendilerini savunmak için dünyanın en
etkili savaş aracı olan bireysel terörizmi ve en etkili silahı olan "Ölümü göze
almış insanı" devreye sokmuşlardır. Bunun sonuçlarına bugün yakından şahit
olmaktayız. İntihar saldırıları sayı ve şiddet olarak artmaktadır.
Biz Türk Halkı olarak bireysel terörizmle hiçbir olumlu sonuca varılamayacağını
yaşayarak öğrendik. Terör örgütleri tarafından tam bir kargaşa ortamına
sürüklenen Türkiye’nin sayıları onbini dahi bulmayan teröristler eliyle son otuz
yılını her alanda yıkım içinde geçirdiğini unutmadık.
Arap miliyetçileri dünyanın her tarafına yayılmışlardır. ABD ve İngiltere
hedeflerine beklenmeyen yer ve zamanda, korumasız ve masum sivillerin
yaşadığı mahallerde saldırılar yapıldığına şahit olmaktayız. Bu intihar
saldırılarını önceden tesbit edebilmek ve tedbir alabilmek hemen hemen
imkansızdır. Dünya kan gölüne çevrilecektir. Kanlı terör eylemlerinde
İsrail gibi misliyle karşılık vermenin bunları durdurmaktan ziyade şiddetin
dozlarını artttırdığı da bilinen bir gerçektir. Bu bireysel terörizm ne yazık
ki, bugün ABD tarafından tek yanlı işgal edilen Ortadoğu'da milli menfâatleri
olan devletler tarafından destek görecektir. Nitekim 20 yıldır ülkemizi
kan gölüne çeviren, binlerce insanımızın hayatına malolan PKK terörü’ nün en
yakın dostlarımızdan destek aldığını bütün dünya bilmektedir.
Tapınak Şövalyeleri, uluslararası ve milli hukukları hiç dikkate almazlar.
Onlar kendi güçlerinin verdiği hukuka inanırlar ve kendi yazdıkları bu güç
hukukunu uygularlar. Oysa Hukuk herkese lazımdır. Hukuk dışı kalınarak elde
edilecek kazançların insanlık alemine ve bu davranışı yapan ülkeye hiç bir yarar
sağlamayacağı açıkça bilinmelidir.
Kanaatime göre henüz tedbir almakta geç kalınmamıştır. BM Teşkilatına yeniden
işlerlik ve saygınlık kazandırarak uluslararası hukukun yeniden meşruiyetine
döndürülmesi hür dünya için kaçınılmaz bir görevdir. Bu bakımdan ABD ve
İngiltere dışında kalan dünya ülkelerinin barış çabalarına hız vermeleri
gerekmektedir.
Bu arada bu çabaları başlatacak ve devamlılığını sağlayacak kilit ülkelerin
başında Türkiye’nin geldiği unutulmamalıdır.
Türk Yöneticilere şu günlerde önemli görevler düşmektedir. Ya dünyayı içine
düşeceği kaos ortamına sürükleyen ülkelerin yanında yer alarak dünyanın sonunun
hazırlamasına yardımcı olacaklar. Ya da, hukuktan yana olduklarını göstermek
için hukukun yeniden tesisine yardımcı olarak BM cephesinde yer alacaklardır.
Savaş daha yeni başlamıştır. Biz istersek dünya barışını geri getirebiliriz.
Dünyanın saygın bir ülkesi olarak yeni dünyada yerimizi alırız. Eğer istemez
isek; sonu belli olmayan Orman Kanunu'nu uygulayan ülkelere destek olur, hep
birlikte dünyanın sonunu hazırlarız.
Sonuç olarak;
Tapınak Şövalyeleri vardır. Ve gerçektir. Dünyayı yönetmeye soyunmuş bu büyük
gücün önünde durabilecek tek bir güç vardır. Bu da, ülkelerin milli değerlerini
muhafaza edebilmiş ve milli kültürlerini yaşatabilmiş geniş halk kitleleridir.
Onlar sadece milli kültür değerlerinden korkar ve çekinirler. Bu bakımdan çok
güçlü coğrafi konuma sahip ülkemiz yıllardır şiddetli bir kültür emperyalizmine
tabi tutulmuştur. Bizi biz yapan TÜRK KİMLİĞİ ortadan kaldırılmaya
çalışılmıştır. Yozlaşan kültür değerlerimizle ve dilimiz dahil kaybettiğimiz
milli karakterimizle her geçen gün tapınak şövalyelerinin kontrol ve denetimine
girmemiz kolaylaştırılmıştır.
Şimdi,Türklük'ten tamamen uzaklaşarak küresel dünyanın küreselleşerek içi
boşaltılan köle insanlarının oluşturduğu uydu bir devlet olmak istemiyorsak Türk
Kimliğine sahip çıkmalıyız.
Pervasızca davranan Tapınak Şövalyeleri ile, onların satın alınmış uşaklarına
karşı amansız bir mücadele vermemiz gerekmektedir.
Biz bu mücadeleyi daha önce yaptık. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk önderliğinde
başarılı olarak çıktık. Bugün çok daha iyisini yapacak bilgi birikimine ve
potansiyele sahibiz. Yeter ki hakikatleri görelim ve yapmak isteyelim…
Dr.Tahir
Tamer Kumkale'NİN Bu Yazısı 13-14-15-16-17-18-19 Haziran 2003
'Önce
VATAN' Gazetesinde yayımlanmıştır.